DR.SİYAMİ AKYEL
Kur’an-ı Kerim’de ve Hadis-i Şeriflerde Ramazan ayı ve Ramazan Orucu hakkındaki beyanlar, bu mukaddes ayın tam bir teslimiyet, nefsi terbiye ve arınma ayı olduğunu; bu ayın sadece bireysel olarak idrak edilmesinden de öte, toplumun tüm katmanlarına manevi iklimin hissettirilmesi, toplumsal hayatın yeniden canlanması, yeniden hayat bulmasıyla gerçek anlamını kazanacaktır.
Fırsatlar ayı: Ramazan
Ramazan ayı yeniden hayat bulmak, yeni bir başlangıç yapmak için fırsattır. Nefsi terbiye, fakir fukarayı gözetme ve empati için fırsattır. Başucu kitabımız Kur’an-ı Kerim’le rabıtamızın güçlenmesi için fırsattır.
Ramazan ayı, hatalarımızdan dönmek, günahlarımıza tövbe etmek, kulluk bilincini kuşanmak ve hulus-i kalp ile her türlü mâsiyeti terk etmek için büyük bir fırsattır. Hem de tahayyülümüzün fevkinde bir fırsat. Bunlardan da öte, Allah-u Teâlâ’nın rızasını kazanma kapısını aralayan müstesna bir zaman dilimidir, bu yönüyle büyük bir fırsattır.
Ramazan ayı bir çok yönüyle diğer aylardan öne çıkmıştır. Bu öne çıkışta elbette içinde barındırdığı fırsatların etkisi vardır.
Anayasa kitabımız: Kur’an-ı Kerim
Hayatımızın başlangıcından ölümümüze kadar her anımızı yönlendiren, fertten aileye, toplumdan devlete kadar bütün alanlarda yol göstericimiz, anayasa kitabımız Kur’an-ı Kerim’in bu rahmet ikliminde indirildiği şöyle beyân edilmektedir: “Şüphesiz, biz onu (Kur’an’ı) Kadir Gecesi’nde (Levh-i Mahfuz’dan dünya semasına) indirdik” (Kadir, 1), “(O sayılı günler) Ramazan ayıdır ki, Kur’an insanlara bir hidayet ve hakka ulaştıran, hakla batılı ayıran açık ayetler halinde bu ayda indirildi…” (Bakara, 185).
Nefsin terbiye ve tezkiye eşiği: Oruç
Bizden önceki ümmetlere de farz kılınan nefsin terbiye ve tezkiyesi için önemli eşiklerden birisi olan oruç ibadeti, bu ayda üzerimize farz kılınmıştır. Kur’an-ı Kerim’de “Ey iman edenler! Sizden öncekilere oruç farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki (günahlardan) korunursunuz” (Bakara, 183) buyrularak Oruç ibadetinin günahlardan korunmak ve temizlenmek için fırsat olduğu bildirilmektedir.
Başka bir ayette, “(Habibim) Kullarım sana beni sorunca (haber ver ki) işte ben muhakkak yakınımdır. Bana dua edince ben o dua edenin davetine icabet ederim. O halde onlar da benim davetime (itaat suretiyle) icabet ve bana imanda devam etsinler. Ta ki kurtuluşa ersinler” (Bakara, 186) buyrularak dua ile Rabbimize sığınmamız gerektiği hatırlatılmaktadır.
Bin aydan daha hayırlı: Kadir Gecesi
Bin ay yani 83 yılı mütecaviz bir zaman dilimi olan Kadir Gecesi bu aydadır. Kadir Gecesi’nin fazileti hakkında Kur’an-ı Kerim’de, “Şüphesiz, biz onu (Kur’an’ı) Kadir Gecesi’nde (Levh-i Mahfuz’dan dünya semasına) indirdik. Kadir Gecesi’nin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir Gecesi, bin aydan daha hayırlıdır. O gece melekler ve Ruh Rabbinin izniyle (o sene takdir edilen) her iş için arka arkaya iner. O gece tan yeri ağarıncaya kadar selam ve esenliktir” (Kadir, 1-5) buyrulmaktadır.
İnsan ömründen fazla bir zaman dilimine tekabül eden böyle müstesna bir gecede her hikmetli işin, en çetin ve derin problemlerin halledileceği belirtilerek şöyle buyrulmaktadır: “Biz onu, mübarek bir gecede (Kadir Gecesi’nde) indirdik. Çünkü biz (onunla) uyarıcılarız. Her hikmetli iş o gecede ayırt edilir (en çetin ve derin problemler halledilir)” (Duhan Sûresi, 4-5).
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bütün bu faziletlerden dolayı, Ramazan ayı gelmeden üç ayların başında, “Allah’ım bize Recep ve Şaban’ı mübarek kıl ve bizi Ramazan ayına ulaştır” diye dua etmiştir.
Müstesna zaman dilimleri
İnsanı en mükemmel şekilde yaratan, ruhlar âleminde kendisine itaat için söz alan, yeryüzüne indirilişimizden sonra da peygamberleri vasıtasıyla verdiğimiz sözü sürekli hatırlatan Allah-u Teâlâ, müstesna zaman dilimleriyle ilk günkü sözleşmeyi hatırlamak için bize fırsatlar sunmaktadır. Cuma günleri, bayram günleri, Recep, Şaban ve Ramazan ayları, mübarek geceler bu fırsat anlarıdır. İnananlar, üç aylarla birlikte yeni fırsatlar yakalar. Recep, Şaban ve Ramazan aylarıyla yeni bir manevi iklime girilir. Bu yeni fırsatlar, yeni başlangıçlar demektir aslında.
Günahlardan tövbe etmek, hataları telafi etmek, fakirlerin halini anlayarak sosyal yardımlaşmayı artırmak, nefis muhasebesi yapmak ve kulluk bilincimizi artırmak için yakalanan büyük fırsatlardır bunlar…
Bezm-i Elest’te yüklendiğimiz büyük emanet
Allah-u Teâlâ’nın “bezm-i elest”te insana yüklediği emaneti hatırlamak ve kulluk bilincimizi kuvvetlendirmek için büyük bir fırsattır Ramazan ayı. Ki bu misak, sadece insanı değil, bütün bir kâinatı yaratan, ilim ve hikmet, güç ve hüküm sahibi bir yaratıcının her alanda kendisine muhtaç ve aciz kullarına yüklediği sorumluluğun başlangıç noktasıdır.
İşte “bezm-i elest”teki misakla başlayan “yaratıcı ve kul” arasındaki bağ, daha yaratılış aşamasında kulun, Rabbinin otoritesini kabul etmesi ve kul, Rabbinin “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna, “Evet, sen bizim Rabbimizsin” (A’raf, 172) cevabını vererek kulluğunu ikrar ile yaratıcının yegâne güç ve hüküm sahibi olduğunu kabul ederek “emanet”i yüklenmiştir.
Bu kabul ediş aslında insanoğlunun hayatı boyunca, yaratılış safhasında Rabbine verdiği söze uygun hareket etmesi gerektiğini ifade eder. Yine Yaratıcı’nın hükümlerine itaat etmek ve O’nun hâkimiyetine ram olarak hayatını idame ettirmek de bu kabul edişte, bu antlaşmada mevcuttur. Bu mevcudiyet, insanın yaratılıp dünyaya gelmesinden sonra Yaratıcı tarafından kendisine ulaştırılan kurallarda açıkça görülecektir.
Haşr Suresi 21’inci ayette de emanetin büyüklüğü şöyle anlatılmaktadır: “Eğer biz bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.”
Özgür irademizle imtihanı kazanmak
İnsanın yaratılışından, Allah-u Teâlâ’nın yegâne güç ve hüküm sahibi olduğunu kabullenmesi ve “emanet”i yüklenmesinden önce Allah-u Teâlâ’yı devamlı yücelten ve takdis eden meleklerin var olduğu bilinmektedir. Kur’an’da “meleklerin, Allah’ı devamlı yücelttiği ve takdis ettiği” (Bakara, 30) anlatılır. Başka ayetlerde de meleklerin özellikleri hakkında şu bilgiler verilmektedir: “Onlar (melekler), Allah’tan önce söz söylemezler ve hep O’nun emriyle hareket ederler” (Enbiya, 27), “Göklerde ve yerde olan bütün varlıklar Allah’ındır. O’nun katındakiler (melekler), O’na ibadet etmekten çekinmezler, yorulmazlar. Gece gündüz O’nu tespih ederler, usanmazlar” (Enbiya, 19-20).
Allah-u Teâlâ’nın tamamen kendisine itaat, ibadet ve yüceltmeye kotladığı melekler varken insanı yaratmasındaki murat, iyiliğe ve kötülüğe meyletme olasılığı olan insanı “özgür iradesiyle” bıraktığı zaman tercihini haktan yana mı yoksa batıldan yana mı kullanacağını sınamak/denemek içindir. Bu imtihan, Kur’an’daki ayetlerde şöyle anlatılmaktadır: “Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz/sınıyoruz. Ancak bana döndürüleceksiniz” (Enbiya, 35) ve “O, hanginizin daha güzel/hayırlı amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır” (Mülk, 2).
Ruhumuzu özgürleştirmek
Ramazan ayı vesilesiyle nefis ve şeytanın işbirliğiyle hapsedilen kalbimize hapsedilen ruhumuzu ibadet, taat ve zikirle özgürleştirmek, ruhumuzla birlikte vicdanımızı da harekete geçirerek nefsin terbiye ve tezkiyesine başlamalıyız. Kur’an-ı Kerim’de, “Ey iman edenler, Allah’ı çok zikredin!” (Ahzab, 41), “Göklerde ve yerdeki her şey Allah’ı zikretmektedir. O güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir” (Haşr, 1), “Allah’ı zikir ise en büyüktür (kulluk vazifesidir). Allah, ne yaparsanız bilir” (Ankebut, 45) buyrulmaktadır.
İnsanoğlu iki zıt kutbun çekim alanı içinde mücadeleyle bir ömür sürer. Kötülüğü emreden “şeytan ve nefis”, iyilik tarafımız “ruhumuz ve vicdanımız”. Nefis ve şeytan ruhumuzu esir aldığı zaman vicdanımız da kör olur, Allah-u Teâlâ’nın ruhlar aleminde yüklediği emaneti unutur; Allah-u Teâlâ’nın Peygamberler vasıtasıyla gönderdiği mesaja sırtını döner.
Allah-u Teâlâ; ruhlar aleminde verdiğimiz sözü gönderdiği Peygamberler vasıtasıyla sürekli hatırlatmıştır. En son alemlere rahmet Muhammed Aleyhisselâtu Vesselâm vasıtasıyla hatırlatmıştır. Nübüvvetin sona ermesinden sonra da bıraktığı emanetler Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye ile gün yüzü gibi apaçık ortadadır.
Şeytan ve nefis kötülüğü telkin ederken, ruhumuz ve vicdanımız iyiliğe yönlendirir bizi; eğer ruhumuz hapsedilmiş, vicdanımız körleşmemişse bir ümit vardır mutlaka. Müstesna zaman dilimleriyle tekrar muhasebe imkanına kavuşur, özgür irademizle bezm-i elest’te Allah-u Teâlâ’ya söz vererek yüklendiği mukaddes emaneti hatırlarız.
Zıt kutupların mücadelesinde özgür irademizle Rabbimizin razı olduğu bir kul olabilir, Allah-u Teâlâ’ya ibadet, taat ve zikirle, ruhumuzu sıkıştığı kafesten çıkartıp özgürleştirebilirsek dünya sürgünümüzü başarıyla tamamlayabiliriz.
Bir Müslüman için Allah-u Teâlâ’yı razı etmekten daha büyük hedef, bundan daha büyük şeref yoktur…
+ There are no comments
Add yours